Fatih Ekrem Bahadır
01

İSİM

Fatih Ekrem Bahadır

MESLEK

Yabancı Dil Eğitmeni

EPOSTA

mail@fatihbahadir.com

TELEFON

(+90) 532 603 77 22

01

Z Jenerasyonu, Fark Yaratma, Anlam Yaratmanın Peşinde Bir Nesil!.. (2. Bölüm)

Öğretmenlere yönelik hazırlanan ETUSP, STEM ve Maker Öğretmen sertifika programlarını hayata geçirdiniz. Bu sertifikalara sahip olmak öğretmenlere ne katar?

Dönemin ihtiyaçlarına yönelik biz bu sertifika programlarını hayata geçirdik. O dönem eğitim projeleri, 1:1 Laptop Projeleri, iPad Projeleri çok popülerdi. Okullar bu anlamda birbirleriyle yarış halindelerdi. Biz de eğitim teknolojilerine dair doğru entegrasyonu yapabilmek adına öğretmenleri geliştirmemizin çok önemli olduğunu düşündüğümüz için onlara eğitimde teknolojinin nasıl kullanıldığına dair bir sertifika programı tasarlamaya karar verdik. Bu sertifika programını da bir üniversite bünyesinde hayata geçirmek istedik. MEF Üniversitesi’yle çalıştık çoğunlukla. Bir kere Aydın ve bir kere de Özyeğin Üniversitesi’yle de yaptık ama geri kalan hepsini MEF Üniversitesi’yle yaptık. Bu çok gurur vericiydi. Ve ilk defa bir üniversite de bu anlamda bize kapılarını açtı.

Bu sertifika programının özelliği de şuydu: Sadece 2-3 kişinin ya da hocanın anlattığı bir eğitim değildi. Tamamen atölye tarzında ve belki de ilk defa yapılan bu tarz bir eğitimdi diyorum. Birlikte tasarlanan ve uygulanan sertifika programı oldu. 4 ya da 5 tane ana eğitmen vardı. Her modül, modül şeklindeydi ve 15’e yakın da yardımcı öğretmen vardı. 10’a yakın da stajyer vardı. Yani baktığınızda neredeyse 30’a yakın insanın sadece 30 kişi için neredeyse hani birebir eğitim verdiğini görebiliyordunuz. İnanılmaz donanımlı çıktığı bir eğitimdi. Hatta bununla ilgili bu süreç içerisinde akademik çalışmalar da yaptık. Çünkü ekibimizde bazı akademisyen arkadaşlarımız da vardı. Bu sertifika programından ve etkilerinden akademik makaleler de çıktı. Çok öğretmen yetiştirdiğimizi düşünüyorum. Yani belki 300’e yakın öğretmen yetiştirdik, belki daha fazla ama o öğretmenler de zaman içerisinde eğitmen olarak başka öğretmenleri yetiştirdiler. Bu anlamda çok gurur verici.

STEM ve Maker program da dediğim gibi daha sonraki yıllarda, 2016-2017 yıllarında Maker, kodlama ve STEM hareketinin popülerleşmesiyle başlayan yenilikçi sertifika programlarıydı. Onlar da üniversite bünyesinde ve yardımcı eğitmenlerle tasarladığımız sertifikalardı. Tabi bu sertifikalar gittikçe arttı. Farklı okullar, farklı gruplar, farklı sertifikalar vermeye başladılar. Ama bu bir hareketi başlattı diye düşünüyorum ben. Yani Türkiye’de öğretmenin eğitimi bir kurumun, kendi kurumunun ya da devletten beklemeden gidip başka bir yerden talep ederek kendini geliştirmesi gerektiği hareketini başlattı. 

Edtechist ve EDK (Eğitimde Değişim Konferansları) gibi uluslararası eğitim konferanslarının organizasyon komitelerini yönettiniz. Bu tür organizasyonların eğitimcilere faydaları nelerdir?

Edtechist bambaşka bir maceraydı. 800 katılımcılı tamamen uluslararası konferanstı. O zaman için 800 katılımcı çok yüksek bir rakamdı. Ve bunun neredeyse ¼’ü yurtdışından geldi. Yurtdışından 20’ye yakın çok iyi konuşmacı getirdik. Speakerlar o dönem için TED konuşmacısı kıvamındaydı. Yani inanılmaz bir konferanstı.

Hatta o sene ben Amerika’ya iSTE Konferansı’na gitmiştim. O konferansta bir gün bir restoranda yemek yiyorduk. Yanımızdaki masada oturan bir bey nereden geldiğimizi sormuştu. Türkiye’den geldiğimizi söyleyince, “Aaa, bu sene Türkiye’de bir konferans vardı. Ben onu kaçırdım ama arkadaşlarım gitti. İnşallah seneye bir daha olur, bir daha gitmek istiyorum!” dedi. Hangi konferans diye sorduğumuzda bizim konferansımızı söylemişti. Gerçekten çok gururlanmıştık. Amerika’da, hiç bilmediğimiz bir yerde, bir eğitimciyle denk gelmiş ve bizim konferansımızı bize önermişti. Çok mutluluk vericiydi. Gerçekten bence yaptığımız en iyi işti diyebilirim.

Daha sonra EDK daha ses getiren bir konferans oldu. Devamı da geldi. Farklı ekipler bu süreci devam ettirdiler. Eğitimcilere bir network, ağ oluşumu üzerine çok büyük bir faydası var. Bir hareket oluşturma anlamında çok faydası var. İnsanların kendilerini, bilgi, beceri ve deneyimlerini gösterme ve paylaşma fırsatı yaratan bir ortam. Dolayısıyla bir hareket ve motivasyon katıyor bence. İnsanların aynı amaç ve hedef uğruna bir arada olması onlara iyi hissettiriyor. Neden ben bu işi yapıyorum, neden eğitimin içindeyim noktasında insanların hayatına biraz da anlam katıyor. Dolayısıyla bu tarz organizasyonların eğitimcilere çok çok faydası olduğunu düşünüyorum.

Tabi bu tür organizasyonlarda biraz içeriğe bakmak lazım. Hani bu tür etkinliklerin kalitesi çok önemli. Mesela biz Edtechist ve EDK’yı ilk defa yaptığımızda içeriğin kalitesine ve konuşmacıların yapmış oldukları çalışmaların içeriğine çok önem vermiştik. Bu noktada bence sadece konferans yapmak değil, konferansta ne anlatıldığı, hangi mesajın verildiği, kimlerin konuşmacı olduğu, programın ne olduğu, o dönemki şeylerin ne olduğu çok önemli.

Ben son üç yıldır okulumda Eğitimde İnovasyon Zirvesi yapıyorum. Bu zirvede mümkün olduğunca içeriklerin nitelikli olmasına çok dikkat ediyorum ki gelen öğretmen dolu dolu ayrılsın istiyorum. Bu da öğretmenlere neyin popüler olduğunu değil, popüler olanın eğitimde ne kadar etkili kullanılabileceğini öğretiyor. Bu anlamda zirvelerin ve konferansların bir vizyon verdiği ortada. Gündemi değiştiriyor. Bu konferanslar eğitim gündemini belirliyor. İnsanlarda yanlış anlama oluşturmaması adına bence bu tür etkinlikler çok dikkatli tasarlanmalı ve oluşturulmalı.   

Yenilikçi yöntem, yaklaşım ve teknolojilerin müfredata entegrasyonu konusunda eğitimler veriyorsunuz. Sizce öğretmenler bu yaklaşımları edinme ve uygulama konusunda ne kadar cüretkârlar?

Hatırlarsınız Fatih Hocam, Öğretmen 2.0’da da ben öğretmenin rahatlık çemberinden çok bahsederim. Öğretmenin, özellikle belli aşamalarda, eğer kendini çok rutinde buluyorsa, rahatlık çemberinden çıkması gerekir ve bu öğretmenin artık bir yaşam felsefesi olmalı. Bu COVID sürecinde gördük ki öğretmenler rahatlık çemberini terk etmek zorunda kaldılar. İsteyerek değil ama mecburen bu çemberi terk ettiler ve çok zorlandılar. Bunu çok sık pratik eden öğretmenler bu süreci daha kolay atlattı. Kendini sürekli geliştirmeye, yeni yaklaşımları denemeye ve teknolojiyi müfredatına entegre etmeye çalışan öğretmenler bu tarz durumlarda çok daha hızlı ilerlediler ama bunlara alışık olmayan öğretmenlerse çok zorlandılar ve tepkisel kaldılar. Bunu hepimiz gördük.

Dolayısıyla öğretmen cüretkâr olmalı ama bunu self promosyon olarak kullanmamalı diye düşünüyorum. Demek istediğim şey, öğrencinin öğrenmesine odaklı olmalı. “Onu da deneyeyim, bunu da deneyeyim ve şu çalışmayı da yapayım!” gibi de değil de biraz daha “Öğrencinin öğrenmesi için en etkili yaklaşım, yöntem ve yaklaşım bu mu?” sorusunu hep kendine sormalı ve hem kendi hem de çocuğun zamanını boşa harcamamalı. Ben bunu kitaplarda da söylüyorum, sonuçta sizin her yaptığınız şey çocuğa değiyor. Yani burada yaptığımız bütün uygulamaları iki kere, üç kere düşünmek gerekiyor ve yaptığımız şeylerin işe yarayıp yaramadığını hep değerlendirmek gerekiyor. Bu anlamda ben öğretmenlere yaklaşımları denemeleri, uygulamaları ve bunu bilimsel ve sorgulayıcı bir şekilde yapmaları konusunda bütün kitaplarımda hatırlatmalarda bulunuyorum.

Yılda kaç kitap okuyorsunuz ve kitap satın alma kriterleriniz nelerdir?

Saymak çok zor. Bazen aynı anda 3-5 kitaba birden başlayıp devam edebiliyorum. Genelde referans kitapları okuyorum. Son dönemlerde, çok vaktim de olmadığı için, roman da okuyamıyorum. Ama iyi bir kitap okuyucusuyum. Ama sadece kitabı okumam. Mutlaka notlar alırım, yazarım. Aldığım notları mutlaka bir şeye dönüştürmeye çalışırım. Sadece salt okuyucu bir insan hiç olmadım. Okuduğum şeyleri mutlaka bir araya getirip bir şeye ulaşmaya çalışırım. Sadece okuyup geçmek bana sıkıcı gelebiliyor.

Örneğin işte geçen sene Simon Sinek’le çalışan iki çalışanının bir kitabını okumuştum. Bu kitap mesela çok güzel bir kitap. Zaten yazarın Why? l Neden İle Başla kitabını biliyorsunuz. Yazarla birlikte çalışan David Mead ve Peter Docker, Kendi Nedenini Bul diye Simon Sinek’in kitabının devamı olarak bir kitap yazdılar. Onlar Simon Sinek’in öğretisini bir atölyeye dönüştürdüler. Ve ben bu kitabı okuduktan sonra bu atölyeyi tasarladım ve okulumda öğretmenlerime uyguladım. Belki de hayatımda yaptığım en güzel atölyelerden bir tanesiydi. Demeye çalıştığım şey sadece kitabı okumakla kalmıyorum, mutlaka onu bir şeye dönüştürmeye çalışıyorum. Belki de benim kitap okuma şeklim bu. O yüzden çok kitap okumak değil ama okuduğunuz şeyi bir şeye dönüştürmek benim için önemli.

Öğretmen 2.0 ve Geleceği Kodlayanlar kitaplarınızdan biraz bahseder misiniz? Kitaplarınızın bir oluşum hikâyesi var mı?

Aslında biraz bahsettim. Öğretmen 2.0, eğitim teknolojileri sertifika programından ve Robert Koleji’nde yaptığım eğitimde teknoloji çalışmalarından esinlenerek yazdığım bir kitap. 15 yıllık, bütün eğitimde teknoloji deneyimi yansıttığım bir kitap. O yüzden çok sevilen de bir kitap. Bir yandan da öğretmeni anlatan, öğretmenin dönüşümünü, yeni nesil öğretmeni ve sürekli kendini geliştiren bir öğretmeni anlatan bir kitap. Bir mesaj içeriyor aslında.

Geleceği Kodlayanlar da daha önce söylediğim gibi STEM ve Maker furyasına bir cevap aslında. Bunun aldığınız robot setleriyle alakalı olmadığını, geleceği kodlayan bir nesli yetiştirmenin iki tane ledi yakmakla alakalı olmadığını, bunun bir kültür olduğunu ve öğretmenin, daha doğrusu okulun bu inovatif kültürü okulda yaratabilmek için hangi dinamikleri hayata geçireceğini söylüyor kitap. Aslında bu noktada, hepsi vermek istediğim mesajı vermek için yazılmış kitaplar. Hikâyeleri de bu şekilde. Geleceği Kodlayanlar’da altı tane röportaj var. Bence kitabın en kıymetli kısımlarından bir tanesi. Bu röportajlarda farklı bakış açılarıyla bize geleceği kodlayan, geleceği şekillendirecek nesli nasıl yetiştirebileceğimiz noktasında ipuçları veriyor, yol haritası sunuyor.

Öğretmen 2.0’ın hak ettiği değeri gördüğünü düşünüyorum. Çünkü çok sevildi, öğretmenler kendilerini buldular. Bir de çok pratiğe dayalı. Öğretmen direkt kitabı aldığında içindeki uygulamalar, etkinlikler ve kaynaklar çok yol göstericiydi. Öğrenme hikâyeleri vardı, günlükleri vardı. Öğretmenler orada kendilerini buldular. Bu anlamda fazlasıyla değerini gördü.

Geleceği Kodlayanlar için henüz bunu söyleyemeyeceğim. Çünkü kitabın henüz keşfedilmediğini düşünüyorum. Geleceği Kodlayanlar bence benim masterpiece’imdi. Bence insanlar onun değerini ve vermek istediği mesajı birkaç sene sonra anlayabilecekler diye düşünüyorum. Biraz uzun olmasının da tabi ki dezavantajı var ama kısa yazmayı zaman içinde öğreniyoruz.

Öğretmen 2.0’da bir Berk var. Sanırım yeni nesil öğrenciyi tanımlıyor. Bize Berk neslini biraz anlatır mısınız?

Burada anlattığım Berk Z Jenerasyonu. Şimdi Alfa jenerasyonuyla karşı karşıyayız. Berk, teknolojiyle çok rahat uyum sağlayabilen bir nesil. Fark yaratma, anlam yaratmanın peşinde bir nesil. Dediğim gibi teknolojiyi çok rahat kullanıyor. Birlikte olmayı ve birlikte çalışmayı istiyor. Bağlantıda kalmayı istiyor. Sürekli gelişmek istiyor. Pozitif güdülenmekten hoşlanıyorlar. İşte sürekli geribildirim istiyor. Kendilerine daha fazla güveniyorlar. Bunu merakla birleştirdiğiniz zaman da özgüvenin çok büyük etkisi olduğunu düşünüyorum. Merak, bilgi ve beceriyle donattığınız zaman çocuğu bu özgüvenin altını doldurabileceğimizi düşünüyorum.

İş birliği içinde hareket etmeyi seviyorlar. Yani biz istesek de istemesek de onlar birlikte hareket etmeyi seviyorlar. Birlikte yapmaktan hoşlanıyorlar. Değişime çok açıklar. Kişisel gelişime çok açıklar. Yani kendilerini sürekli geliştirmek istiyorlar. Heyecan duydukları bir şey üzerinde daha çok araştırmak ve daha çok bireyselleştirmeyi seviyorlar. Yani birlikte hareket etmek istiyorlar ama kişisel de olsun istiyorlar. Eğitim olsun, yapmak istedikleri başka çalışmalar olsun onlara has da bir nokta olsun istiyorlar. Yaptıkları şeyler için anında tepki, hemen feedback verilsin, geribildirim olsun istiyorlar. Bu da bu neslin temel özellikleri arasında.

Beni umutlandıran bir nesil Z Jenerasyonu. Şu anda iş hayatında da yavaş yavaş yerini bulmaya başladı bu jenerasyon. Bu nesli iyi tanıyıp hayatta ona göre hareket etmek gerekiyor. Zaten iş ortamları da onlarla yavaş yavaş değişmeye başladı. Dolayısıyla dediğim gibi yeni bir jenerasyonla karşı karşıyayız.    

Sizce yeni nesil kitap okuyor mu? Gençleri bu konuda nasıl görüyorsunuz?

Aslında okumuyor ama çok da okuyorlar bence. Özellikle ben kendi öğrencilerime baktığım zaman, okuyorlar. Ama internetten de çok okumayı seviyorlar. Yani teknoloji üzerinde de okumayı seviyorlar. Mesela benim kızım bazen kitabın fotoğrafını çekiyor ve kitabı fotoğrafını fotoğraftan okumaya çalışıyor. Yani çocuklar bir şekilde interaktivite istiyorlar. Yani kitabı tek başına düz bir yazıyla değil, görsellerle, belki videolarla, zengin, yani multimedya özelliklerini daha fazla arıyorlar.    

Bunun dışında, tabi ki bu çocukların YouTube’da arama yapan bir nesil olduklarını düşünürsek, yani görsellik onlar için çok önemli. Ve kendi içeriklerini yaratmak çok önemli. Bu içeriğin sadece yazılı olması gerekmiyor. Evet, kitap okumanın çocuğun dilsel süreçlerine çok büyük etkisi olduğunu düşünüyorum. Hani onların hayal güçlerini zenginleştiriyor. Kelime hazinelerini geliştiriyor. Kitap okuma bu anlamda çok etkili ama bu neslin biraz görsel anlamında da biraz kendini geliştirmeye ihtiyacı var. Yani sadece yazılı içerikleri değil, hani görselle birleştirilmiş içerikleri de nasıl öğrenebilecekleri, kullanabilecekleri ve hatta yaratabilecekleri noktasında da gelişmeye ihtiyaçları var. Dolayısıyla dediğim gibi bu nesil okuyor ama biraz daha farklı şeylere, görsel materyallere de maruz kalmak istiyorlar.  

Not: Burcu Aybat Hocamla yaptığımız röportaj diğer röportajlarımıza nazaran daha uzun olduğu için ay içine yayıp 4 bölümde yayınlayacağız. Röportajın tamamı Ağustos ayı bitene kadar blogda yayınlanmış olacak.